Kilis Haber Sitesi

Haber Takip Merkezi – Güncel ve Tarafsız Haber Sitesi – Ülkenin Nabzını Tutan Site

Kuş öldü, kanat uçmaya devam ediyor

Emirali Yağan, 'Babil‘den Paris’e - Kitabeden Kitaba' eseri için "Dünyanın tüm renklerine, dillerine, kültürlerine aşina ve bunlara tolerans ile bakan kozmopolit bir dünya imgesiydi" dedi.

Şair ve yazar Emirali Yağan’ın “Babil‘den Paris’e – Kitabeden Kitaba” isimli kitabı Hel Yayınları’ndan çıktı.

Emirali Yağan’ı 9 Nisan 2022’de, bu kitap yayımlanmadan üç yıl önce kaybettik. Paris’te yaşadığı evde şair ve yazar Emirali Yağan’a ziyaretlerimiz sıklaşmıştı. Sona yaklaştığını kendisi de biz de biliyorduk. Üzerinde çalıştığı iki dosya hakkında kendisiyle görüntülü bir söyleşi yapmayı planladım. Babil’den Paris’e dosyasını bitirmiştim ki onun yorulduğunu hissettim ve bir ara talep ettim. Ne yazık ki “Dersim Defterleri-2” dosyasına başlayamadık.

Burada okuduğunuz metin bu söyleşinin yazıya dökülmüş hali. Anlaşılır nedenlerden biraz karışık olan konuşma, metne çevrilirken çok küçük bazı cümle kuruluşu düzenlemelerine uğradı ve sorular da düzenlendi. Emirali Yağan 5 Nisan’da dosyayı tamamladığını yazdı. 8 Nisan gecesi kitabın teşekkür yazısını yazdı. 9 Nisan 2022’de gece sabaha dönerken bizlere, bu yaşanası ve kahrolası dünyaya veda etti.

Yağan’la, vefatından önce, 27 Mart 2022’de “Babil‘den Paris’e – Kitabeden Kitaba” eseri için yaptığımız söyleşiyi paylaşıyoruz.

Emirali Yağan, Babil’den Paris’e – Kitabeden Kitaba, Hel Yayınları,2025

Emirali merhaba. “Babil’den Paris’e – Kitabeden Kitaba” isimli kitap dosyanı bağlamak üzeresin. Nasıl bir duyguydu seni bu kitabı yazmaya iten? Bize bu çerçeveyi çizer misin biraz?

Babil‘den Paris’e kitabı 20-25 yıl önce bir küçük makaleden, bir küçük denemeden çıktı. 2003 yılında Fransızca – Türkçe yayınlanan bir dergide de yayınlandı. Babil dosyasının çekirdeği olan paragraf orada Fransızcasıyla yayımlanmıştı. Daha sonra ben okumalarımı sürdürdüm. Paris’e geldiğimde, Paris’in renkliliği beni çarpmıştı. Dünyanın bütün uluslarını, bütün renklerini kendinde barındıran ve dünyanın öteki renklerine, dillerine aşina olan bir kentti. Bir metro kompartımanında bir Çinlinin kendi gazetesini okuduğu, bir Berberinin otantik kıyafetleri ile rahatça oturabildiği, bir kapıdan geçerken arkasından gelen birine kapıyı açık tutarak bekleyen Fransız tipi bana çok şık gelmişti.

Herkesin herkese merhaba dediği, bir kafeteryada herkesin herkese tebessümle baktığı, çok kolay iletişim kurduğu Paris, bana dünya vatandaşlarının biriktiği, yeni bir dünya kültürünün ve yaşama pratiğinin oluşmaya başladığı bir yer olarak görünmüştü. Biraz yaşımın da getirdiği bir kaynaşma potansiyeli ile Paris bana ütopik bir kent gibi gelmişti.

Buradan, yani seni büyüleyen Paris’ten bu kitaba nasıl geldin?

Ayrı dillere, bölgelere, mezheplere, kastlara, klanlara bölünmüş bu dünya aslında bir tepkime halini ifade ediyor, gerçek dünya bir kozmopolitizme doğru gidiyor demiştim. Yani bir union (birlik), Sovyet değil belki ama, zorunlu olarak bir araya gelmiş belli merkezlerde toplanmış ve buradan yeni bir Babil’e doğru giden, dünyanın bütün uluslarını kendinde barındıran, bütün renklerini kendinde birleştiren bir dünyaya doğru gidiyor fikrinden yola çıkarak okumalar yaptım, notlar tuttum. Araya “Dersim Defterleri”, “Beyaz Dağda Bir Gün”ün çeviri çalışmaları, “Her Yerden Hiçbir Yere” kitabım ve şiir çalışmalarım girdi ve yaklaşık 20 sene bu dosya açık kaldı.

Avcılar’daki evimde kapanmalarım döneminde akşam saat 9-10’a kadar çalışıyor, bu saatten sonra yatağıma çekiliyordum. Gecenin 1-2’sine kadar 4 saat okuma yapıyordum. Bu okumalarımın kaynakları Fransa’dan getirdiğim uygarlık tarihi kitapları ve Türkçede konuyla ilişkili bulduğum kaynakların okunması üzerineydi. Böyle bir iki yıl okuma pratiği ile geçti. Babil’den Paris’e ya da Kitabeden Kitaba dosyasının alt başlığını “okuma notları” yapmak istiyordum. Benim o dönemde okuma notlarımdan, fikirsel dolaşmalarımdan çıkardığım sonuçlar, başta da dediğim gibi yeniden bir Babil oluşumuydu. Dünyanın bütün renklerine aşina, bütün dillerine, kültürlerine aşina ve bunlara tolerans ile bakan seküler, çoğulcu, kozmopolit bir dünya imgesiydi. Bu dünya taşrasıyla, bu Avrupa taşrasıyla buna uygun değil. Ama, Berlin’i ile Amsterdam‘ı ile Paris’i ile bir ölçüde Frankfurt’u ile böyle bir dünya var.

(soldan sağa) Alirıza Güler, Emirali Yağan

Var mı böyle bir dünya gerçekten?

Finalde buna girecek miyim, “Ben böyle bir düş kurdum ama gerçek dünya bu değil” cümlesini kuracak mıyım bilmiyorum. Daha karar vermedim. Yani benim bu düşümü tuz buz eden yabanıl bir gerçeklik var. Dünya hiç de böyle ütopik sahalara, ütopik hayat alanlarına şans tanımıyor, herkesi kendisine benzetiyor İstanbul’daki gibi.

İstanbul’da da dünya kadar yabancı var ama İstanbul bu yabancıların hiçbirini bir varlık olarak görmüyor. Onları kendileri olarak kabul etmiyor. Ya Türksün ya değilsindir. Onlar, sitenin dışındakiler yani, Afganlısı, Afrikalısı İstanbul’un içinde de yaşasalar sitenin, Roma’nın, periferinin dışındadırlar. Asla bir Romalı olamazlar. Ama Paris’te herkes kendisidir. Ben böyle gördüm. Şimdi görüyorum ki, Paris de taşralaşıyor. Paris’te de nasyonalizm ciddi bir eğilim olmaya başladı. İşte kitap bu fikirden çıkan bir proje.

Peki Babil nasıl bir dünya projesi olarak görülüyor kitapta?

Bu projenin alt başlıkları var. Bunlardan biri “Ölüm Pasajları”. “Ölüm Pasajları”nın konusu, İlk Çağ’dan günümüze, çok tanrılı inançlardan semavilere, değişik kültürlerde öte dünya tahayyülü, ruh, ruhsal döngü falan. Bütün bu ölüm teması üzerine eski Mısır’dan, Uzak Asya’dan, Mayalardan, Eskimolardan, oraların kapalı devre topluluklarına kadar öte dünyaya ilişkin çıkarsamaları kapsıyor ve buradan asıl semavi dinlere bağlanıyor; Tevrat’a, İncil’e ve Kuran’a. Bunların dayandığı yalanlara, bunların dayandığı Eski Çağ’ın yeniden üretimine, Eski Çağ’ın bütün ritüellerinin, inançlarının, yasalarının kutsal kitaplar üzerinden yeniden üretimine. Ve bu semavileşen dünyanın aynı zamanda merkezleşmiş devletler topluluğunun çekirdek yapısı olduğunu, dünyayı kültürlerinden, dillerinden, varlıklarından, zenginliklerinden çölleştirenlerin bunlar olduğunu finale doğru ifade eden, bunu örnekleyen pasajlar var. 40-50 sayfalık bölümü böyle. Diğer sayfam Tufan’dan başlıyor, Tufan’dan sonra yeryüzünün kurulmuş ilk şehri olarak addedilen Babil’e geliyor. Babil bütün dünya uluslarını kendinde toplayan evrensel bir dil etrafında örgütlenen bir devlet, bir imparatorluk, krallık merkezi addediliyor. Ama Babil, aslında herkesi kendine benzeten ceberrut bir devlet de aynı zamanda. Hiç de öyle ütopyanın öznesi olacak bir kent değil. Bu yüzden kutsal kitaplarda lanetleniyor, Asur İmparatorluğu‘nun zalimliği ile özdeşleştiriliyor. Babil üzerine çeşitlemeler var, değişik açıdan Babil ilkesinin kovalanması, takibi var. Babil‘den Paris’e geliş var.

Uzun sürüyor ama sonuçta Paris’e geliyorsun…

Bu ütopyayı tersten kuran bir Babil’den Paris’e geliş. Orada var olan bir şey de, tufan efsanesi bittiğinde tanrı, gökyüzüne bir gökkuşağı gerer. Ve o gökkuşağını bundan sonra insanlığa benzer bir felaket göstermemeyi hatırlatıcı bir işaret sayar. Bana da o gökkuşağını Babil’in harabelerinden, Babil Kulesi’nin yıkıntıları üzerinden kavis verip Eyfel’in üzerine getirir -bu bir düş mü bilmiyorum- ve bir büyük sinyal verir, “Sen bu tarihsel okumalarını götür Paris ile ilişkilendir” diye. Böyle bir imgeyle Paris’e dönüyorum. Aslında benim Babil‘den Paris’e yaptığım bu yolculuk tersinden de bir yolculuktur. Çünkü Babil’e ait bütün emaretler, bütün kalıntılar, bütün kayıtlar Paris’te. Yani ben Babil’e gitmeden Paris’te Babil’i okuyabiliyorum, Babil’e ait bütün kalıntıları görebiliyorum. Yani kitabın hikayeyi böyle tersten de kuran bir denklemi var.

Paris’te, düş mü sinyal mi neyse artık, sonuna ulaşabildin mi? Tam istediğim gibi oldu mu?

Kitabı bitirmeyi hastalığım sürecinde yaptığım için çok emin değilim. Daha güzel bir kitap olabilirdi. En önemlisi, Emirali sen bütün bunları bize niye anlatıyorsun sorusunun altını doldurdum mu? Ona siz benden sonra karar verirsiniz.