“`html
T24 Haber Merkezi
Cumhuriyet Halk Partisi’nin Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Yalçın Karatepe, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hakkında dikkat çeken bir açıklamada bulundu. Karatepe, Bakan Şimşek’in kamuya yansıyan şirket ortaklıkları ile büyük ihale bağlantılı kişiler arasındaki ilişkileri sorgulayarak, “Kamu ihaleleri sayesinde zenginleşen kişilerle, bakanlık görevindeki geçmiş veya gelecekte nasıl bir araya geldiniz?”“Eğer bir ekonomik hesaplama yapıyorsanız, önce kendinize hesap vermelisiniz. Aksi takdirde koltuğunuz, yalnızca bir karar noktası değil; güvensizlik kaynağı haline gelir.”
Sözcü gazetesi, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, Ulaştırma Bakanlığı’ndan büyük bir yol ihalesi alan Ek-Pet şirketinin sahibi Selman Reşitoğlu ile, suç örgütü liderliği iddiasıyla tutuklanan Aziz İhsan Aktaş‘ın ortağı Gürkan Dölekli ile İngiltere’de çekilmiş bir fotoğrafını gündeme getirmişti. Şimşek, bu fotoğrafa ilişkin sosyal medya üzerinden açıklamada bulunarak, “Masamdaki kişi suç örgütü liderinin ortağı olarak gösterildi” başlıklı habere tepki gösterdi. Şimşek, “Daha önce de belirttiğim gibi, Londra’da ziyaretime gelmiş olan Batmanlı hemşerimle ilgili olarak tanımıyorum. Hayatımda ilk kez gördüğüm kişilerin geçmişlerine dair bilgi sahibi olmam mümkün değil. Masamıza oturan ya da fotoğraf çektirdiğimiz kişilerle irtibat kurduğumuz iddiaları mantıksızdır” ifadelerini kullandı.
TIKLAYIN – Mehmet Şimşek, Sözcü’nün “Masasındaki kişi suç örgütü liderinin ortağı çıktı” haberine tepkisini dile getirdi: İddialar mantıksız!
CHP Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Yalçın Karatepe, Bakan Mehmet Şimşek’in kamuoyuna yansıyan şirket ortaklıkları ile milyarlarca lira değerindeki ihaleler ile olan ilişkileri hakkında detaylı bir yazılı açıklamada bulundu.
Karatepe, açıklamasında şunları ifade etti:
“Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yaptığı açıklamalar, aslında Türkiye’de ekonomik yönetim alanında yaşanan kurumsal çöküşün yalnızca yüzeysel bir yansımasıdır. ‘Ekonomi programı zorlukların üstesinden geliyor’ şeklinde yapılan savunmalar, kamuya karşı taşıması gereken sorumlulukları inkar etmenin bir başka yoludur. Gerçek şu ki, Türkiye’de ekonomi artık yalnızca enflasyon, faiz ya da rezerv verileriyle açıklanabilecek bir konu olmaktan uzaklaşmıştır. Günümüzde, yaşanan ekonomik çöküş, siyasi tercihlerle meşrulaştırılan ve etik ilkelere meydan okuyan bir kriz haline gelmiştir. Hesap vermek olmadan güven sağlanamaz; güven olmadan ekonomi yönetilemez.”
“Sadece 163 metrekarelik bir ev için ortaklık kurduk” savunması mantığı zedelemektedir
Asıl sorgulanması gereken konu şudur: Kamu ihaleleri ile servet kazanan kişilerle, bakanlık görevini yürüttüğünüz süre boyunca veya sonrasında neden aynı ortamda bir araya geldiniz? ‘Sadece 163 metrekarelik bir ev için ortaklık kurduk’ demek, bu durumu açıklamak yerine küçümsemektir. Türkiye’de milyonlarca insan barınma krizi ile mücadele ederken, Hazine ve Maliye Bakanı’nın, yurtdışında iş yapan bir kişiyle ortaklık kurup mülk edinmiş olması açıklanması gereken birçok şeyi gündeme getirmektedir.
Bu durum birkaç metrekarelik bir evle sınırlı kalmayıp, giderek büyüyen bir güven krizine dönüşmektedir. Ekonomik güven, yalnızca faiz oranlarıyla değil; kimlerle birlikte masada oturulduğu ve o masadan ne ile kalkıldığıyla şekillenir.
“Hesap tutanların önce kendilerine hesap vermesi gerekir”
‘Tanımıyorum’ diyerek geçiştirilen her fotoğraf, kamu vicdanında büyüyen bir soru işareti yaratmaktadır. Açıkça belirtmeliyiz ki; kimse bu durumu “kişisel mesele” olarak göremez. Bu, sorumluluk taşıyan bir bakanın, kamuya karşı olan yükümlülükleriyle doğrudan ilişkilidir. Soru basit ama kesindir: Ekonomik hesap tutuyorsanız, önce kendinize hesap vermek zorundasınız. Aksi halde, o koltuk yalnızca karar alma yeri değil; güvenin kaybolduğu bir alan haline gelir.
Bu durum birkaç karelik fotoğraflarla sınırlı değildir; asıl mesele bu fotoğrafların arkasındaki yönetim tarzının temsil ettiği ekonomik anlayıştır. Bakan Şimşek’in ‘program başarıyla devam ediyor’ ifadesi, bu fotoğraflarda kimlerin olduğu sorusundan çok daha önemli bir meseledir. Çünkü giderek daha görünür hale gelen bir ekonomi programının, kişisel ilişkilerle birleştiğinde nasıl bir yozlaşma tablosu oluşturduğu artık inkar edilemez bir gerçek.
“Ekonomi krizinden bahsederken, market boşlukları ve eriyen maaşlarla ilgilidir”
Ekonomik durum oldukça endişe verici: Finansman kanalları körelmiş, üreticiler artan maliyetler altında ezilirken, hanehalkları temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiştir. Bankalar kredi verme konusunda temkinli davranırken, yatırımcılar yönlerini kaybetmiş, tüketicilerin harcama gücü her geçen gün azalmaktadır. Ekonomideki göstergeler değil, market raflarındaki boşluklar ve azalan maaşlar hakikaten yaşanan durumu anlatmaktadır. Bu tablo, sadece bir daralma değil; geniş bir çözülme sürecinin habercisidir. Tüm bunlara rağmen hâlâ ‘başarı’dan bahsediliyorsa, bu durum yalnızca bir ekonomik sıkıntı değil; halkla olan bağın tamamen kopmasına işaret eder.
Üstelik, bu tablo yeni bir durum değildir. 19 Mart darbesi, zaten sürdürülebilir olmayan bu modelin çöküşünü hızlandırmıştır. O tarihten bu yana uygulanan ekonomi politikası, bir toparlanma arayışı değil; kriz yönetimi algısı altında halktan alınanlarla belirli gruplara güvence sağlamanın çabasıdır. Şimşek’in açıklamalarında tekrarlanan ‘algı oyunları’, ‘program doğru çalışıyor’ ve ‘hukuki haklarım’ gibi ifadeler, tamamen siyasal bir savunma mekanizmasıdır. Eğer ekonomi programı sürekli olarak aynı üç cümleyle korunmaya çalışılıyorsa, burada programdan değil; sürdürülemez bir iktidar söyleminden bahsediyoruz. Ve bu durum ne ekonomiyle, ne güvenle, ne de kalkınmayla açıklanabilir. Bu, yönetememe durumunun somut bir ifadesidir.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak net bir şekilde söylüyoruz: Bugünkü ekonomik çöküşün arka planında yalnızca yanlış tercihler değil; bu tercihlerden kaynaklanan çıkar ilişkilerinin denetimsizliği yer almaktadır. Ekonomi programı başarılıysa, bu ilişkilere dair açıklamaların neden bu kadar acil, peş peşe ve kendini savunma içgüdüsüyle yapıldığını sormak lazım. Bu noktada içten ve kurumsal şeffaflık sağlanamıyorsa, sorun sadece etik değil; aynı zamanda yapısal bir kriz haline gelir.
“Türkiye’yi yönetenlerin, emeğiyle ayakta duran her bir yurttaşına karşı hesabı vardır”
Bu ülkeyi yönetenlerin, alın teri ile yaşamlarını sürdüren her bireye karşı hukuki bir sorumluluğu bulunmaktadır. Bu hesap, basit açıklamalarla değil; adalet duygusunu zedelemeyen ve topluma örnek olan bir yönetim anlayışıyla verilmelidir. Ancak günümüzde ortada hesap veren bir irade yoktur; sorumluluk taşıyan bir yönetimde eksiklik hissedilmektedir. Asgari bir siyasi nezaketin bile kalmadığı bir süreçte, kamu görevleri tarifiyle kişisel savunmalara indirgenmiştir. Görünüşte ortaklık hikayeleriyle sınırlı kalan bu durum, aslında bir yönetim başarısızlığının güncel temsili haline gelmiştir. Artık toplum sadece açıklama değil; bu düzenden çıkışı sağlayacak bir irade beklemektedir.
Eğer bu tablo değişecekse, değişimin adresi açıktır: Sandık. Çünkü bu ülkenin halkı, gerçeklerin üzerini örtmek yerine; sandıkta hesap verilebilirliği tercih eder.
“`